Ofis GSM: +90 (541) 274 88 08 - Telefon: +90 (216) 573 00 88 (pbx)

TAPU İPTALİ VE TESCİL-SAHTE BELGE İLE TAŞINMAZ DEVRİ /SATIŞI

 

 

Makale İçeriği

 

1. Tapu İptali ve Tescili Davası

2. Tapu İptali ve Tescil Davasını Kim-Kime Karşı Açar?

3. Tapu İptali ve Tescil Davasında İspat

4. Tapu İptali ve Tescil Davası Hangi Sebeplerle Açılır?

5. Sahte Belge ile Taşınmaz Devri

6. Tapu İptali ve Tescil Davasında Zamanaşımı

7. Tapu İptali ve Tescil Davasında Görevli Mahkeme

8. Tapu İptali ve Tescil Davasında Yetkili Mahkeme

9. Yargıtay Kararları Işığında Tapu İptali ve Tescil Davası

 

Türk Medeni Kanunu’na göre taşınmaz devirlerinin geçerli olması için hukuka uygun belgeler ile tapuya tescili gerekmektedir. Bu usule uyulmadan yapılan devirler gerçek hak sahipliğini yansıtmaz ve “yolsuz tescil” hükmünde sayılır. Yolsuz tescil; bağlayıcı işleme dayanmayan veya hukuki sebepten yoksun bulunan, hukuka ve usule aykırı tescillerdir. Yolsuz tescile dayanan devirler gerçek hak sahibinin açacağı tapu iptal ve tescil davası ile bertaraf edilebilir.

1. Tapu İptali ve Tescili Davası

Hukuka aykırı olarak, usule uyulmadan yapılan tescilin yani yolsuz tescilin iptali için açılan bir dava türüdür. Tapu iptal ve tescil davası mülkiyet hakkına ilişkin bir dava yani bir ayni davadır. Tapu iptal ve tescil davasında davacı gerçek hak sahibi, yolsuz tescil ile taşınmaz üzerinde tesis edilen sicil kayıtlarının gerçeği yansıtmaması sebebiyle tapu kaydının iptalini ve gerçek duruma uygun olacak şekilde tescilini talep etmektedir.

2. Tapu İptali ve Tescil Davasını Kim-Kime Karşı Açar?

Tapu iptali ve tescil davası yolsuz tescil sebebiyle hak kaybına uğrayan kişi tarafından açılır. Tapu iptal ve tescil davası, tapu sicilinde mülkiyet hakkı sahibi olarak görünen kişi aleyhine yani bir başka deyişle lehine yolsuz tescil yapılan kişiye karşı açılır. Bu hususta şunu belirtmekte fayda vardır ki; devam etmekte olan bir tapu iptal ve tescil davası sırasında yeni maliklerin ve/veya ilgililerin ortaya çıkması durumunda dava sonradan ortaya çıkan bu kişilere karşı da yöneltilmeli, bu kişiler davaya dahil edilmelidir. Örneğin taşınmaz malikinin ölmüş olması durumunda dava, malikin mirasçılarına yöneltilecektir.

3. Tapu İptali ve Tescil Davasında İspat

Tescilin yolsuz olduğunu iddia eden taraf, yani davacı bu iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Bunun için tanık dahil her türlü delil kullanılabilecektir.

4. Tapu İptali ve Tescil Davası Hangi Sebeplerle Açılır?

Yolsuz tescilin söz konusu olduğu hallerde, gerçek hak sahibinin taşınmazın devrini talep edebileceği durumlarda tapu iptali ve tescil davası açılabilir. Kanunda tapu iptali ve tescil davasının hangi hallerde açılacağı tek tek sayılmamıştır, dolayısıyla sınırlı değildir. Davanın açılabilmesi için gerçek hak sahibi ile tapu kayıtlarında hak sahibi görünen kişinin örtüşmemesi gerekli ve yeterlidir. Tapu iptali ve tescil davalarına aşağıdaki gibi birkaç örnek verebiliriz;

  • Mirastan mal kaçırma (muris muvazaası) nedeniyle tapu iptal ve tescil davası,
  • Vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle tapu iptal ve tescil davası,
  • Sahte belgeye dayalı tapu iptal ve tescil davası,
  • Ehliyetsiz kimsenin yaptığı tescil işlemi nedeniyle tapu iptal ve tescil davası,
  • Aile konutu üzerinde hukuka aykırı olarak yapılan tescil nedeniyle tapu iptal ve tescil davası 

5. Sahte Belge ile Taşınmaz Devri

Taşınmaz devirlerinin geçerli olması için usulüne uygun düzenlenmiş hukuka uygun belgelerle işlem yapılması gerekmektedir. Sahte vekaletname, sahte kimlik belgesi, sahte mirasçılık belgesi gibi belgelerle gerçekleştirilen taşınmaz devirleri hukuken geçerli değildir. Sahte belgeler ile yapılan tesciller yolsuz tescil sayılır ve gerçek hak sahibi bu tür işlemlere karşı her zaman tapu iptali ve kendisi adına tescili davası açarak yolsuz tescilin terkininin (silinmesini- iptalini) ve taşınmazın yeniden kendisinin adına tescilini talep edebilir.

Sahte belge ile yapılan taşınmaz devri ve sair tasarruf işlemleri ile lehine kazandırmada bulunulan kişinin niyeti önem arz etmez. Kişi iyiniyetli olsa dahi kendisine karşı her zaman dava açılıp tescilin iptali istenebilecektir. Taşınmazı adına tescil edilen kişi söz konusu tescil işlemini sahte belgeye güvenerek yaptığı için kazanımı korunmaz. Gerçek hak sahibinin her zaman mülkiyet hakkını ileri sürerek tapu iptali ve tescil davası açması mümkündür.

Buna karşılık tapu sicilinin doğruluğuna güvenerek iktisapta bulunan kimsenin durumu korunur. Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinde düzenlenen tapu siciline güven ilkesi doğrultusunda birincisi hariç olmak üzere taşınmazın diğer intikallerinde; kendisinden beklenen tüm özeni gösteren, söz konusu tescilin yolsuz tescile dayandığını bilmeyen ve bilmesi kendisinden beklenmeyen iyiniyetli üçüncü kişinin tapu siciline güvenerek yaptığı kazanımı korunur. Burada üçüncü kişinin iyiniyetli olması gerekmektedir, aksi halde gerçek hak sahibi yine tapu iptali ve tescil davası açabilecektir. Yani özetleyecek olur isek sahte belge kullanılması neticesinde taşınmazı satın alan kişi iyi niyetli dahi olsa yani devir işlemi için sahte belge kullanıldığını bilmiyor bile olsa kazanımı korunmaz ve aleyhine tapu iptali davası açılabilir. Ancak taşınmaz bir kere daha devir edilir ise yeni devir alan kişi iyi niyetli ise kazanımı korunur ve ona karşı tapu iptali ve tescil davası açılamaz. Açılsa dahi reddedilir. Medeni Kanunumuzun 1023. Maddesine göre;

Madde 1023-Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.

6. Tapu İptali ve Tescil Davasında Zamanaşımı

Yolsuz tescile dayanan tapu iptali ve tescil davaları mülkiyet hakkına dayanır; mülkiyet hakkı ayni haklardan olduğu için her zaman ileri sürülebilir, zamanaşımına tabi değildir Tapu iptali ve tescil davasının temelinin yolsuz tescile değil de borçlandırıcı işleme dayanması halinde 10 yıllık zamanaşımı süresi vardır.

7. Tapu İptali ve Tescil Davasında Görevli Mahkeme

Tapu iptali ve tescil davalarında görevli mahkemeler Asliye Hukuk Mahkemeleri’dir.

8. Tapu İptali ve Tescil Davasında Yetkili Mahkeme

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 12. maddesine göre tapu iptal ve tescil davaları taşınmazın aynına ilişkin bir değişiklik meydana getirdiğinden bu hususta taşınmazın bulunduğu yer mahkemeleri yetkilidir. Bu yetki kamu düzenine ilişkin olup kesin yetki teşkil eder.

Madde 12-Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.

9. Sahte Belge İle Taşınmaz Satışında Devletin Sorumluluğu

Medeni Kanunumuzun 1007. Maddesine göre;

Madde 1007- Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.

Bu sebeple sahte vekaletname, kimlik belgesi, veraset belgesi ve sair sahte belgeler kullanılmak suretiyle taşınmaz satışı yapılması durumunda bu işlemden zarar gören kişi devletin sorumluluğuna giderek hazineye karşı dava açabilecek ve zararlarının tazmini talep edebilecektir.

10. Yargıtay Kararları Işığında Tapu İptali ve Tescil Davası

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2012/9404 E., 2012/11595 K. Sayılı 18.10.2012 tarihli kararı

“…Hal böyle olunca; yukarıda değinildiği üzere sahtecilik iddiasının Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi raporuyla kanıtlanması halinde, yine yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma ve inceleme yapılması, tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri tüm delillerin toplanması, gerek ceza soruşturmasına dair hazırlık evraklarının, devamında açılan ceza dava dosyasının gerekse idari müfettiş raporlarının bir arada değerlendirilmesi, davalının iyiniyetli olup olmadığının, bir başka ifadeyle Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/14542 E., 2020/1011 K. . Sayılı 17.02.2020 tarihli kararı

“…Mahkemece, 13.320,00-TL’nin davalı ...’ten tahsiline; sair taleplerin ise reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece; “...kesinleşen anılan karara rağmen tapu sicilindeki mülkiyet durumunda herhangi bir değişiklik yapılmamasından hükmün sicile yansıtılmamasından, yararlanan davalı ...’in taşınmazın tamamını diğer davalı şirkete temlik ettiği ancak ikinci el konumundaki kayıt maliki davalı şirket hakkında Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinde öngörülen iyiniyet olgusunun aksini kanıtlar nitelikte davacı tarafından delil ibraz edilmediği gözetilerek yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı ... vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerinde değildir…” 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ nin 2008/8835 Esas, 2009/4694 Karar sayılı 31.03.2009 tarihli kararı;

“Davacı, nüfus idaresi tarafından düzenlenen sahte nüfus kimlik belgesi kullanılarak, düzenlenen sahte vekaletname ile kendisine satılan taşınmazın elinden alınması nedeniyle uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir.

Dosya içeriğinden, Kulu nüfus idaresi tarafından, gerçekte Hıdır A. olmayan kişiye Hıdır A.’e ait bilgilerin yer aldığı sahte nüfus kimlik belgesi düzenlendiği, sahte belgelerle davacıya satılan taşınmazın asıl sahibi olan Hıdır A.’in tapu idaresi kayıtları arasında fotoğrafının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hıdır A. olmayan kişiye, onun adına düzenlenmiş sahte kimlik belgesi veren nüfus idaresi, işlem yaparken gereken özeni göstermediğinden kusurludur. Taşınmaz satış işlemi yapılırken kullanılan sahte nüfus kimlik belgesi ve sahte vekaletnamedeki fotoğrafları taşınmazın asıl sahibi Hıdır Akdemir’in tapu idaresinde bulunan fotoğrafı ile karşılaştırılmadan işlem yapan tapu idaresi de gerekli ve yeterli incelemeyi yapmadığından sorumludur. Şu durumda, sahte nüfus kimlik belgesi düzenleyen nüfus idaresi ile bu belgeye dayanılarak hazırlanan sahte vekaletnameye göre işlem yapan tapu idaresinin ortaya çıkan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları gerektiği gözetilmeyerek, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin 2016/8766 Esas, 2019/3028 Karar sayılı 15.05.2019 tarihli kararı;

“Bilindiği üzere; kural olarak sahte vekaletname kullanılmak suretiyle yapılan satışlarda ilk ele (alıcıya) yapılan işlemin sicilin dayanağını teşkil eden belgenin sahte olması nedeniyle yolsuz tescil niteliğini taşıyacağı, ancak; ondan sonra edinenlerin iyiniyetli olduğunun belirlenmesi halinde ve bunun sonucu olarak da Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğu altında bulunacağı kuşkusuzdur.

O halde, ilk el konumundakilerin iyi veya kötüniyetli olmasının araştırılmasına gerek bulunmadığı gibi iyiniyetli olsalar bile sicilin illetini teşkil eden işlemlerin sahte olması nedeniyle edinimlerinin hukuken korunmasına olanak yoktur.

Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda ... ve ..., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.

Diğer yandan, Noterlik Kanunu’nun 162.maddesi gereğince noterin kusursuz sorumluluğu sözkonusu ise de, kusursuzluğun ispatı yerine, zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğinin kanıtlanması durumunda sorumluluğunun ortadan kalkacağı da açıktır. Kusursuz sorumlulukta nedensellik bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurlu veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.

Tüm bu açıklamalar karşısında; diğer davalılar yönünden davanın reddine, bütün davalılar yönünden de manevi tazminat isteğinin reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığından davacının, diğer davalılara yönelik temyiz itirazları ile manevi tazminata ilişkin temyiz itirazlarının reddine.

Davacının diğer temyiz itirazları ile davalı ...’ın temyizine gelince;

Ancak, dava konusu ... ada ... parsel sayılı taşınmazdaki 37 ve 149 no’lu bağımsız bölümleri satın alan ilk el davalı ...’ın ediniminin dayanağını oluşturan belgenin sahte olması nedeniyle onun adına oluşturulan kaydın yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu açıktır.

Hâl böyle olunca, dava konusu ... ada ... parsel sayılı taşınmazda bulunan ve halen ilk el davalı ... adına kayıtlı olan 37 no’lu bağımsız bölüm yönünden iptal tescil isteğinin kabulüne, ... ada parsel sayılı taşınmazda bulunan ve ikinci el davalı ... adına kayıtlı olan ... no’lu bağımsız bölüm yönünden adı geçen davalının iyiniyetli olduğu saptandığından bu taşınmazla ilgili olarak bedelin davalılar ... ve ilk el ...’dan müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken; ceza mahkemesi kararından da anlaşıldığı üzere davalılardan ...’ın eylemleri sonucu uygun nedensellik bağı kesildiği halde davalı noter ...’ın bedelden sorumlu tutulması da doğru değildir.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin 2008/11411 Esas, 2009/2328 Karar sayılı, 24.02.2009 tarihli kararı;

“Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazın sahte hüviyet kullanılmak suretiyle, davalı M.L.’e satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır. Esasen, bu olgu mahkemenin de kabulündedir.

Hemen belirtilmelidir ki, M.L.’in edinmesinin dayanağını oluşturan belgenin sahte olması nedeniyle, yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu tartışmasızdır.

Bilindiği üzere; tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanununun 1025.maddesi gereğince iptali gerekir. Başka bir ifadeyle tescilin korunabilmesi bakımından hukuken geçerli bir sebebinin varlığı şarttır.

Oysa, davalının edinmesi sahte belgeye dayanmaktadır. Aynı zamanda davalı ilk el konumunda bulunduğu için iyi veya kötü niyetli olmasının araştırılmasına gerek bulunmadığı gibi, iyiniyetli olsa bile sicilin illetini teşkil eden işlemin sahte olması sebebiyle edinmesinin hukuken korunmasına olanak yoktur.

O halde, mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, önceden kayıt malikinin davacı aleyhine açtığı elatmanın önlenmesi davasında bu hususun ileri sürülmemiş olması eldeki davaya etkili olmayacağı gibi yasal olmayan gerekçenin hükme esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’ nin 2012/18852 Esas, 2013/1875 Karar sayılı, 11.02.2013 tarihli kararı;

Dava, tasarrufa ehil olmayanların sahte olduğu sonradan anlaşılan vekaletname ile gerçek maliklerin haberi olmadan noterden gayrimenkul satışı yapmaları sonucu malı elinden çıkan maliklerin açtığı maddi tazminat isteminden ibarettir.

Noterlik Yasası’nın 162.maddesi gereğince noterler yaptıkları işlemlerden doğan zararlardan dolayı kusursuz sorumlu olup zarar gören, noterin kusurlu olduğunu kanıtlamak zorunda değildir. Zarar ile noterin eylemi arasında nedensellik bağının bulunması yeterlidir.

Dosyadaki belgelerden davacıya ait taşınmazın 14.08.1996 tarihinde vekaleten satıldığı anlaşılmaktadır. Yine, Adli Tıp Kurumunun 28.07.2003 tarihli raporu ile 13.12.1994 tarih ve 72072 sayılı “Düzenleme Genel Vekaletname” altındaki imzanın ... eli ürünü olmadığı belirlenmiştir.

Bu durumda, mahkemece davacının davalılar ... ve ...’den kötüniyetli olmaları durumunda haksız eylemleri nedeniyle; davalı noter ...’in ise Noterlik Kanununun 162. maddesi uyarınca tazminat ile sorumlu olmaları gerekmekte olup bu husus incelenmemiştir. Diğer bir anlatımla, davacı tarafından 14.10.1993 tarihinde satın alınmak suretiyle adına tescil edilen taşınmazın sahte vekaletname ile 14.08.1996 yılında satılması nedeniyle uğradığı zararın davalılardan tahsili talep edilmektedir. Bu durumda satışa dayanak olarak gösterilen belgelerin sahteliği ve belgeyi düzenleyenler ile kullanan ve davalılardan Noter’in bu duruma dikkat etmeyerek davacının zarara uğramasına neden olmasından kaynaklanan tazminat isteminde uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Mahkemece, açıklanan yönlerde inceleme ve araştırma yapılarak sorumlular ve sorumluluğun kapsam ve tutarı belirlenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı nitelendirme ve itibar edilmeyen gerekçelerle davanın tümüyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 1993/1-792 Esas, 1994/9 Karar sayılı, 26.01.1994 tarihli kararı;

“Yine, sahte bir belgeye istinaden taşınmaz mal iktisap eden ve “ilk el” durumunda olan kişi, iyiniyet iddiasında bulunamaz. Ne var ki, sahte ya da geçersiz bir belgeye istinaden tapuda bir kaydın başka bir şahsa geçmesinde, o şahıs, aleyhine açılacak davalarda iyiniyet savunmasında bulunamazsa da, ondan bu taşınmazı iktisap eden diğer bir kişi, iktisabını kayda göre yaptığı ve “ikinci el” durumuna geldiğinden M.K.’nun 931. maddesinin koruyuculuğu altına girer.

M.K.’nun 931. maddesine yönelik bu izahat çerçevesinde somut olaya yaklaşıldığında, öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, davalı Cavit Akçay’ın dava konusu 816 parsel sayılı taşınmazı tapuda iktisabında, ilk el mi yoksa ikinci el mi olduğudur.

Çekişmeli taşınmaza ait tapu kaydı; velev ki, sahte de olsa kayıt malikinden alınan mirasçılık belgesiyle intikali yapılarak aynı gün davalıya satış suretiyle geçirilmiştir.

Taşınmazı mirasçılık belgesiyle üzerlerine intikal ettirenlerin, bu intikali gerçekleştirmeden, kayden başka şahsa satış yapma imkanları bulunmadığından, diğer bir anlatımla, ferağ için intikal zorunlu olduğu cihetle, temlikin, intikalin yapıldığı anda ya da daha ileri bir tarihte gerçekleştirilmiş olmasının, bu yeri intikalden sonra iktisap eden kişinin “ikinci el” olduğu ve kayden iktisapta bulunduğu gerçeğini değiştirmeyeceği açıktır.

Nitekim, 27.12.1939 gün 11-60 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda da, aynı ilke, duraksamaya yer bırakmayacak açıklıkta vurgulanmıştır.

Bu itibarla, davalı Cavit Akçay’ın kayda dayanarak iktisapta bulunan “ikinci el” durumunda olduğu ve o nedenle de M.K.’nun 931. maddesinin koruyuculuğu altında bulunması gerektiği belirtilerek, edinmede iyi ya da kötü niyetli olup olmadığının araştırılması gereğine işaretle bozulan ve Hukuk Genel Kurulunca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde, usul ve Yasa’ya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.”

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ nin 2010/12873 Esas, 2010/12062 Karar sayılı, 25.11.2010 tarihli kararı;

“Dava konusu taşınmaz, tapu kayıt sahibi olan Musa adına düzenlenen sahte nüfus kimlik belgesi ve buna göre düzenlenen vekâletname ile davacıya satılmıştır. Musa tarafından açılan tapu iptal ve tescil davasında, satış işleminin sahte vekâletnameye dayalı olarak yapıldığı belirlenerek davacı adına oluşturulan tapu kaydının iptali ile taşınmazın önceki sahibi Musa adına tesciline karar verilmiş ve bu karar, 22.04.2004 günü kesinleşmiştir. Mahkeme kararı gereğince tapusu iptal edilen davcı, taşınmazın değeri kadar zarara uğramıştır. Medeni Yasanın 1007. maddesi gereğince, tapu kaydının tutulmasından doğan tüm zararlardan Hazine sorumludur.

Davacının zararı, taşınmazın tamamen elinden çıktığı günde gerçekleştiğinden zarar kapsamının buna göre belirlenmesi gerekir. Taşınmazın davacının elinden çıktığı gün ise, tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği gündür.”

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’ nin 2012/22526 Esas, 2013/3522 Karar sayılı, 04.03.2013 tarihli kararı;

“4721 sayılı TMK.nun sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” hükmü yer almakta olup, bu maddede düzenlenen sorumluluk kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluk türü olup, tapu sicil müdürü ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın, sicilin tutulması nedeniyle, kişilerin malvarlığı haklarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece, Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkili olmaktadır. Tapu sicilinin tutulması görevini üstlenen Devlet, bu sicile tanınan güvenden ötürü hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.

Dava konusu olayda, sahtecilik yolu ile elde edilen vekaletname ile taşınmazın davacıya satıldığı, kesinleşen ceza mahkemesi kararı ile sabit olup; davacının, dayanağını sahte vekaletnameden alması nedeniyle yolsuz hale gelen satış işleminden sonra, taşınmazı tashihen ilk malikine iade etmesi nedeniyle 4721 sayılı TMK.nun 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumlu olduğuna ilişkin mahkemenin kabulü doğrudur.”

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi ‘ nin 2015/2567 Esas, 2015/4091 Karar sayılı, 12.05.2015 tarihli kararı;

“TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesindeki 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusu olduğu, davanın Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/589 E. - 2007/68 K. sayılı ilâmının kesinleştiği 03.12.2012 tarihinden itibaren 10 yıllık süre içinde açıldığından ve davacının zararına neden olan olay ve işlemler zincirinin dava dışı ...’in davacının kimlik bilgilerine ulaşması ve bu bilgileri kullanarak sahte vekâletname çıkartması ve bu belgeler sonucunda tapu müdürlüğüne müracaatla resmî senet tanzim ettirmek suretiyle davacıya ait taşınmazı satması şeklindeki eylem nedeniyle oluşan zarar, tapu dairesinde yapılan işlemden kaynaklanmakla, tehlike sorumluluğuna dayalı kusursuz sorumluluk şeklinde düzenlenen TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağı bulunduğundan, davalı vekilinin zamanaşımına ve illiyet bağına ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.

Davacı adına tapu siciline kayıtlı iken sahte vekâletnameye dayalı olarak yapılan satış sonucu iradesi dışında mülkiyetinden çıkan 22 ada 54 parselde kayıtlı 12 numaralı bağımsız bölümün kat mülkiyetine tâbi bulunduğu, kat mülkiyeti kütüğünün tapu sicili işlemlerine dahil olduğundan, kat mülkiyetine ilişkin olarak TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu şüphesizdir. Dosya kapsamından sahte vekâletnameye dayalı olarak satışı yapılan taşınmazın arsa niteliğinde bulunduğu ve değerinin emsal mukayese metodu ile belirlenmesi hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin 2005/10985 Esas, 2005/12581 Karar sayılı, 28.11.2005 tarihli kararı;

“Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1210 (1275 yeni) parsel sayılı taşınmazdaki davacıların murisi Hacı Abdullah’a ait payın 27. 03. 1997 tarihinde veraset ilamı kullanılmak suretiyle dava dışı İbrahim’in annesi Azime’ye intikal ettirildiği ve aynı gün dava dışı Yalçın Başol’a satış suretiyle temlik edildiği ondan da davalı Cemil’e ve Zeki ‘ye 2. 04. 1997 tarihinde satış yoluyla intikal ettirildiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, murisleri Hacı Abdullah üzerindeki kaydın sahte veraset belgesi ile intikal ettirildiğini iddia ederek iptal ve tescil istemişlerdir.

Dava dışı İbrahim ve Yalçın hakkında açılan ceza davası sonucu Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 24. 02. 2003 tarih 2003/97 nolu ilamı ile iddia konusu veraset ilamının sahte olarak düzenlenmesi sebebiyle mahkum oldukları böylece ilk intikalin sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirildiğinin belirlendiği sabittir.

Mahkemece, taşınmazın kendisine intikali sağlanan Azime tarafından Yalçın’a yapılan temlik işleminde Yalçın’ın 2. el olduğu ve iyi niyetli bulunduğu, dolayısıyla ondan edinenlerinde iyi niyetinin korunacağı kabul edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Gerçekten de, 27. 12. 1939 tarih 11/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sahte veraset belgesi kullanılmak suretiyle taşınmazdaki pay kaydının Azime’ye intikal işlemi ilk el olup, adı geçen kişinin temlikin hukuksal dayanağı olan belgeden edinmesi sebebiyle iyi niyetli kabul edilemeyeceği açıktır. Ondan edinen Yalçın’ın ise anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca 2. el durumunda bulunduğu da tartışmasızdır. 02. el durumunda bulunan kişinin iyi niyetli olması halinde ediminin korunacağında şüphe yoktur. Ancak yukarda değinilen Ağır Ceza Mahkemesinin mahkumiyet kararında dava dışı İbrahim ile Yalçın’ın birlikte hareket etmek suretiyle sahte işlemi gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. O halde Yalçın’ın iyi niyetli olduğu söylenemez. Öte yandan Yalçından edinen Cemil ve Zeki’nin de kardeş oldukları, ayrıca her ikisinin de taşınmazda önceden paydaş oldukları kayden sabit olduğuna göre, sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda oldukları da açıktır. Öyle ise, anılan kişilerin Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinden istifade etmelerine de olanak yoktur.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin 2020/1687 Esas, 2021/1489 Karar sayılı, 16.03.2021 tarihli kararı;

“Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı ...’nin kayden maliki olduğu çekişme konusu 83 ada 100 parsel sayılı taşınmazın satışı konusunda ... 4. Noterliğinin 26.08.1988 Tarih ve 67649 yevmiye sayılı vekaletnamesi ile 1959 doğumlu ...’yı vekil tayin ettiği, anılan taşınmazın vekil ... eliyle 02.09.1988 tarihinde davalı ...’a satış suretiyle devredildiği dava konusu vekaletnamedeki imza ve yazının davacının eli ürünü olmadığı Adli Tıp Kurumundan alınan raporla saptandığı anlaşılmaktadır.

Sahte vekaletname kullanılmak suretiyle yapılan satışta ilk el davalı ...’ a yapılan işlemin, sicilin dayanağını teşkil eden belgenin sahte olması nedeniyle, yolsuz tescil niteliğini taşımakla geçersiz olup, bu şekilde oluşan sicil kaydı 4721 sayılı TMK’nın 1025. maddesinde düzenlenen yolsuz tescil niteliğindedir. Ne var ki sonraki malikler için TMK m.1023 anlamında iyiniyetten yararlanacakları da sabittir. Tapu iptal ve tescil talebinin, sonraki kayıt maliklerinin iyiniyetli olması sebebiyle reddi kararı dosya içeriğine göre doğrudur. Ancak, davacı dava dilekçesinde tapu iptal ve tescil talebinin yanında terditli olarak tazminat talebinde de bulunmuştur. Sahtecilik hukuksal nedenine dayalı davalarda temlik işleminde geçerli hukuki sebebin bulunmaması yani başka bir deyişle illeten mücerret olması nedeniyle ilk el iyiniyet savunmasında bulunamayacağından, dava konusu taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri üzerinden davalı (vekil) ...’ın tazminat ile sorumlu tutulması gerekirken, yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.”